28.06.2025
Uzun zamandır düşünüyorum. Acaba Nobel Ödülleri öncesinde ya da sonrasında neden bizden dünyaca ünlü bir iktisatçı çıkmadı? Acemoğlu’nu saymıyorum çünkü kriterim vatandaşlık değil. “Bizden” sayılmak için zaman zaman yurt dışında çalışmalar yapsa da görevlerde bulunsa da adayın/ödül sahibinin ödülü getiren çalışmayı bizim üniversitelerimizden birinde sonuçlandırması.
Ne yazık ki yok böyle bir iktisatçımız.
1929 Büyük Buhran Krizi sonrası dünyanın en bunalımlı yıllarında Genel Teori’yi yazıp, “Kardeşim, temel varsayımlarınız yanlış. Bu iş böyle çözülmez. İşte böyle çözülür” diyip, her ne kadar bir süre sonra her türlü güncellemeye rağmen doğal olarak zamanın gerisinde kalacak da olsa bir yol haritasını ortaya koymayı başaran ve dünyayı içinde debelendiği çukurdan tüm eleştirilere rağmen çıkaran Keynes gibi bizim dertlerimize deva olacak bir iktisatçı neden yetiştiremedik?
Sonraki dönemde ABD’nin dünyanın bir numaralı ekonomisi olması ve iktisadi anlamda tarihinin en müreffeh dönemini yaşamasında, dolayısıyla da SSCB’yle olan mücadelesini kazanmasında büyük payı olan, iktisat dünyasının Newton’u diye anılan bir Samuelson neden bizden çıkmadı?
Dünyanın çeşitli ülkelerinden onlarca örneği inceleyip “neden bizden çıkmadı?” diye sorgulamak mümkün…
Türkiye eğer bir gün gerçekten ama gerçekten sürdürülebilir refah yaşamak istiyorsa adalet, teknoloji, sanayi, tarım-hayvancılık, enerji, ticaret, hizmet, finans gibi alanlarda çok ciddi bir güce ihtiyacı var. Bunların her birini bir spor takımının oyuncuları gibi düşünmek; siyaseti de takım kaptanı kabul etmek gerekiyor. Takımın her oyuncusu kendi mevkisinin en iyisi olmaya ve kalmaya çalışmalı. Takımın sahibi millet ve en önemlisi teknik direktörü iktisatçılar olmalı. Önce kalkınma iktisatçıları direksiyona geçmeli. Ardından ulaşılan hedefler ya da ortaya çıkan tehditler çerçevesinde bayrak teslimleriyle maksimum fayda elde edilmeli.
İşte bu çerçevede bir oyun planı hayata geçirilirse o zaman üniversitelerimiz yukarıda adını andıklarımıza rakip isimlerin çıktığı gerçek bilim merkezlerine dönüşebilir ve ülkemizin kaderinde ciddi etkileri olabilir. Bu etki sadece iktisat değil bahsettiğim tüm bilim alanlarından hem özel sektöre hem kamuya spesifik oyuncuların yetişmesini sağlayacağından şu an kavrayamayacağımız derecede büyük bir çarpan etkisini içinde saklıyor olabilir.
Dönelim şimdi yayınımızdaki önerileri konuşalım konusuna.
Çok sayıda ekonomisti takip etmeme rağmen çözüm önerisi bulamıyorum demekle ifade ettiğim mesele aslında dörtbaşı mamur bir alternatif planın yokluğuydu.
Türkiye’de çok fazla sayıda iyi ekonomist var. Fakat özellikle televizyonlarda ve sosyal medyada gördüklerimizden günlük-haftalık-aylık konularda yorum dinlemekten ileri gidemiyoruz. Kimisi siyasi meseleleri merkeze alarak kimisi tamamen uzak durmaya çalışarak kimisi ise daha çok küresel bakış açısıyla olayları yorumluyor. Bunların yapılması ve sürekli olarak vatandaşın aydınlatılması, finansal okuryazarlığının ve bakış açısının güçlendirilmesi çok kıymetli. Şartlar ne olursa olsun devam etmeli.
Diğer yandan bize adalet, teknoloji, sanayi, tarım-hayvancılık, enerji, ticaret, hizmet, finans gibi içinde bulunduğumuz kötü durumun her penceresinden senkronize çözümler üreten ve gerekli teorik hesaplamaları yapılmış, olumlu örneklerle güçlendirilmiş toplumun tüm kesimlerini ikna edebilecek bir yol haritası lazım. Bu da ancak akademi dünyasından bir çalışma olarak çıkabilir; en basit dille kitaplaştırılarak maddi olarak ortaya koyulabilir ve tüm başta sosyal medya olmak üzere ana akım da dahil tüm basın yayın organlarıyla toplumun önce ilgi ve dikkatini çektikten sonra iknası için takdirine sunulabilir.
Bu çalışma yakındığım üzere bizim akademi dünyamızdan gelemedi. Medyadan da doğası gereği hızla değişen gündemi yakalama ve tarihe not düşme vazifesinin yoğunluğundan gelmeyecek. Geriye bir tek siyaset kalıyor.
Akademisyenlerin yeterli sayıda yer aldığı siyasi oluşumlardan partilerinin aldıkları oyların oranını dikkate almaksızın “Gölge Bakanlık” çalışmaları kapsamında bu tarz da önü-sonu belli alternatif planlar gelebilir. Gelmeli de. Bence asıl var olma sebepleri bu. Zaten siyaset kurumunun var olma sebebinin kaynak ve varlıkların nasıl bölüşüleceği hususuna cevap getirmek olduğu, demokrasinin tercih edilecek cevap da halkın iradesine başvurulması yöntemi olduğu düşünülünce her siyasi partinin söz konusu yol haritasını iktidara alternatif olarak önü-sonu belli ve eksiksiz şekilde ortaya koyması gerektiği ortadadır. Hiçbir zaman uygulanmayacak bile olsa bunların halka iletilmesi ve halk tarafından bilinmesi halihazırdaki uygulayacılara hem sonunda tüm toplumun karına olacak şekilde kopya çekebilecekleri faydalı yol göstericiler olacağı gibi hem de uygulayıcıların yanlış bir adım atma ihtimalleri doğduğunda vatandaşların tepkisini hesaba katarak büyük hatalardan çekinmesini sağlayacaktır.
Bugün böyle bir siyasi parti programı görebiliyor muyuz? Hayır…
İşte o sebeple ilerleyemiyor, tarihimizin en uzun enflasyonla mücadele planı sonucunda %5’lik bir ilerleme bile kaydedemiyoruz!
Hasılı, kısır tartışmaları bir yana bırakmak lazım. İçinde bulunduğumuz her şart belli bir değere tekabül ediyor. Şartlar kötüyken bu değer her geçen gün azalıyor. “Düşüyoruz, yanıyoruz” diye dövünmenin faydası yok. Acilen içinde bulunduğumuz şartlara tekabül eden değeri sermaye edinip ne yapabiliriz diye düşünmemiz ve derhal aksiyona geçmemiz lazım.
Zaman aleyhimize işliyor.
Tekrar ifade etmek isterim:
Kavgaya vaktimiz yok. İşimiz elimizdeki değeri artırmak için ikna, senkronizasyon ve verimlilikle optimizasyon sağlamak. Bunun için de iyi bir plan lazım. Etrafında birleşmek ve zaman kaybetmeden harekete geçmek için ilk temel ihtiyaç bu…
Selamlar…
Yorum bırakın