08.09.2025
Tüm dünyayı ayağa kaldıran benzersiz vahşette bir soykırımla karşı karşıya olduğumuz dönemde İslam Alemi’nin tarihsel liderliğine, miras sahibi ülke olması nedeniyle her daim aday olan Türkiye kendinden beklenenin yüzde birini bile yapamadı.
Aynı şekilde bırakın din kardeşi olduğumuzu, sırf insan oldukları için bile üzüntüden deli olmamız gereken Filistinliler vatandaşlarımızın gündeminde ilk üçe bile giremedi. Ekonomik kriz ve siyaset hepimizin gözünü ve gönlünü kör etti.
Mehmet Akif Ersoy meğer o şiiri bize yazmış.
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakîkî müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!”
Dini, dili, ırkı, mezhebi, partisi farketmez Allah bir kelime söyleyerek bile olsa bu vahşete karşı duranlardan sonsuz razı olsun, diyelim ve artık perdenin arkasına başımıza uzatalım.
Dünyada ve dolayısıyla Türkiye’de medyanın her türlüsü aracılığı ile ister istemez gözümüze sokulanın haricinde gerçekten ne olduğunu anlamak için aylar önce çok sayıda stratejist/ekonomistin arasından seçerek takip listeme kaydettiğim isimler azala azala en sonunda üç kişininkine kadar indi.
Elbette çok sayıda uzmanın yorumundan yararlanarak meseleleri okumaya çalışıyorum. Fakat üç ismin yeri çok ayrı. Bunlardan biri olan Erkan Öz’ün dillendirdiği Taşçılar-Kağıtçılar Tezi gerçekten ilgi çekici. Bir çok ülkede bu tezi dillendirenler olmakla beraber Türkiye’de anlatıcısının kendisi olması ve olayların Türkiye’ye yansımalarını söz konusu tez üzerinden başarıyla okuması Erkan Bey’i özel biri haline getiriyor.
Özetle anlatmaya çalışacağım bu tez, dünyanın en büyük yatırım bankalarının sahibi olmak suretiyle dünyanın bütün ülkelerinin borsalarında hisse senetleri işlem gören istisnasız tüm firmalarla doğrudan ya da dolaylı olarak hem ortaklık kuran hem de finans sağlayan bir elit grubun, en nihayetinde iki ailenin liderliği ve kontrolü altında olduğunu halka açık ortaklık payları üzerinden ispatlayıp bu iki ailenin de her ne kadar her işte, her sektörde, her firmada ortak olasalar da aralarındaki mücadelenin son birkaç yıl içinde kavgaya dönüştüğünü anlatıyor. Kavganın nedeni bundan sonraki hayatta insanlığın ne yöne, yani hangi ailenin istediği yöne gitmesi hususundaki anlaşmazlık.
Kim kazanırsa ötekini yutmayı başaracak olduğundan bu kavga, modern bankacılık sisteminin doğduğu günden bugüne yaşanacak en büyük kavga. Yani son üç asırdır eşi görülmemiş bir fenomenle karşılaşmak üzeriyiz.
Teze göre ülkemiz de dahil dünyada yaşanan her gelişme bu kavgayla ilintili. Tüm dünya ekonomilerini ve dolayısıyla siyasetini esir almış durumdaki bu iki aile bir birini yutmak için asırlardır gün sayıyor. Asırlardır biri diğerini geçemesin diye her işte ortaklık ediyorlar. Akıl almaz derecede vahşi bir rekabet söz konusu. O rekabetten çıkan küçük kıvılcımlar bazen şiddetine göre bölgesel bir çatışmaya, bazen darbelere, bazen iç savaşlara ve bazense ne yazık ki katliamlara, savaşlara hatta alevlendiklerinde dünya savaşına neden oluyor.
Son yıllarda sayıları ve şiddetleri artan kıvılcımlar tüm dünyayı yangın yerine çevirmek üzere…
Bu tüm dünyanın finansal kuruluşlarının, küresel markaların, dünyayı yöneten silah ve teknoloji şirketlerinin, medya ordularının ortadan ikiye bölünmesi demek.
Elbette o kadarına izin verilmeden birinden biri çok ağır yara alıp yok olma ihtimaliyle karşılaşınca pes edip bir gün intikamını almaya hayaliyle belirsiz bir süre çerçevesinde diğerinin kontrolüne girecek. Ama üstünlük mücadelesinin zirve yaptığı noktada sıçrayan yakıcı kıvılcımların nelere sebep olabileceği düşünüldüğünde zihinler durma noktasına geliyor.
Erkan Öz yayınlarında Taşçıları, dünyayı elle tutulabilen varlıklarla, yani petrol gibi enerji kaynaklarıyla, sanayiye ürünleriyle, madenlere vb. dünyayı yönetmeye çalışanlar olarak tanımlarken, Kağıtçılarıysa finansal türev ürünlerle, merkez bankalarıyla, borsalarla, sanal teknoloji inovasyonlarıyla, elle tutulamayan hayali varlıkların menkul kıymetleştirilmesiyle işi yapmaya çalışanlar olarak resmediyor.
Tüm dünyadaki kargaşayı bir kutuya sığdırmaya çalışsak tam da tezin sahip olduğu ölçülere ihtiyacımızın olması onu son derece kıymetli hale getiriyor.
Hele ki Türkiye ve komşularının içeride ve dışarıda başına gelenler düşünüldüğünde “ancak bu kadar olur” dememek elde değil.
İki kötünün savaşının ortasında yapmamız gereken tek şey var: Kazanacağından emin olduğumuz tarafta olmak.
1. Dünya Savaşı’nda Almanya’yı tercih ettiğimiz ve sonuçta felakat bir yenilgi yaşadığımız için o dönemin aktörlerini eleştirenler çoktur. Tercih hakkımız olduğuna inananların sesinin yüksek çıkması sizi yanıltmasın. Yoktu. Almanlarla ittifaka mecburduk.
İkinci savaşta böyle bir tercih yapmak zorunda kalmamamız, daha doğrusu müthiş bir sabırla direnmemiz Türkiye’nin büyük başarısıydı.
Şartlar yine bizi ilk savaştaki gibi tercih yapmaya zorunlasa da pozisyonumuzun tek olumlu tarafı az da olsa seçme hakkımızın var olması.
Tezin takvimine göre tüm dünya ülkelerinin ve dolayısıyla Türkiye’nin tarafını seçmek için maksimum 12 ayı var.
“Bu iki grubu birbirinden ayıran en bariz çizgi nedir?” derseniz, biri ulus devletli günümüz dünyasını teknolojinin imkan verdiği ölçüde modernize edip yola devam etmek isterken diğeri ise din, dil, ırk, cinsiyet gibi insanlığı kategorize eden meseleleri bir kenara bırakmayı, bunları kültürel zenginlikten öteye geçirmemeyi, dünya vatandaşlığı şemsiyesi altında yaşamayı ve günümüz dünyasının değerlerinin yerine silbaştan yenilerini oluşturmayı teklif ediyor.
Taraflar Çin ya da ABD arkasında saf tutuyor gözükseler de izlediğimiz mücadele aslında ABD-İngiltere arasında yaşanıyor. Devletlerin değil bu devletlerde yerleşik en güçlü sermaye tröstlerinin savaşı. Teoriye göre işaret edersek iki ailenin savaşı.
Gelelim en bariz ortak noktalarına…. İkisinin de sonunun farklı konseptlerde bile olsa net bir şekilde günümüzde yaşanandan daha ağır bir modern kölelik olması!
“Yok mu bu işin bir kaçarı? diye düşünenlere cevap: Elbette var.
Zaten bu yazımı da bu ihtimalin önemini ifade etmek kaleme aldım. Doğru tercihi bu soru üzerinden yapmamız lazım. Tekrarı yok.
Selamlar…
(Not: Takip listemdeki diğer iki ismin tezlerini de en kısa zamanda kaleme almayı planlıyorum.)
Yorum bırakın