19.11.2025

https://www.milatgazetesi.com/yeni-dunyada-turkiyenin-yesil-donusum-yolculugu

Temmuz 2025’te yürürlüğe giren İklim Kanunu ekonomi tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biri aslında. Çünkü kanun, artık yalnızca çevresel bir hedefi değil, düşük karbonlu üretimi merkeze alan yeni bir ekonomik modeli zorunlu kılıyor.

Ulusal emisyon ticaret sisteminin kurulması sektör bazlı karbon sınırları, kamu yatırımlarında iklim kriterleri ve yeşil finansman mekanizmalarının genişlemesi gibi maddeler Türkiye’nin üretim ve ihracat yapısını kökten değiştirecek bir sürecin başlangıcı.

Kanunun atıf yaptığı dönüşüm, aslında küresel ekonominin de tam ortasında yaşanıyor. Bir şekilde küresel çapta gördüğümüz her iktisadi meselenin temelinde muhakkak iklim meselesinden bir başlık mevcut.

Dünya son beş yılda enerji yatırımlarının yönünü tamamen değiştirmiş durumda. Uluslararası Enerji Ajansı’nın World Energy Investment 2025 raporu ekonomik geleceğin nereye doğru yazıldığını açık şekilde gösteriyor.

2020 yılında küresel enerji yatırımları 2,8 trilyon dolar seviyesindeydi ve bunun %55’i temiz enerjiye yönelmişti. Aradan geçen beş yıl içinde tablo dramatik biçimde değişti. 2025’te toplam enerji yatırımları 3,3 trilyon dolara çıktı. Bunun 2,2 trilyon dolarlık kısmı yenilenebilir enerji, nükleer, şebeke modernizasyonu, elektrik depolama ve düşük emisyonlu teknolojilere ayrıldı.

Fosil yakıt yatırımları ise 1,1 trilyon dolar civarında kaldı. Yani temiz enerjinin payı %55’ten %67’ye yükselirken, fosilin payı %45’ten %33’e geriledi. Bu 12 puanlık kayma sermayenin yönünü kesin biçimde ilan ediyor ve geleceğe yatırımın adının temiz enerji olduğunu söylüyor. Rakamlara ve oranlara bakılınca da ne kadar muazzam bir dönüşümün meydana geldiğini anlamak zaten ciddi şekilde kolaylaşıyor.

Bu dönüşüm yalnızca enerji tarafıyla sınırlı değil elbette. Avrupa’nın 2030 hedefleri, sanayide karbon yoğunluğunun %55 azaltılmasını, plastik atıkların en az %50 geri dönüştürülmesini, çimento ve inşaat sektöründe emisyonların %30 düşürülmesini ve ulaşımda içten yanmalı motorların 2035 itibarıyla tamamen kaldırılmasını öngörüyor.

Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında 2021–2030 arasında ayrılan toplam kaynak 1 trilyon euronun üzerine çıkmış durumda ve Türkiye’nin ihracatının %40’tan fazlası AB’ye gittiğinden bu düzenlemelere uyum artık açık şekilde zorunluluk haline geldi demek mümkün. Aksi durumda sadece çevresel değil çok ciddi ekonomik kayıplar yaşanacak.

İşte tam bu noktada Türkiye’deki 15 dev sektörün yeşil dönüşüm yol haritası, ülkenin ekonomik geleceğini belirleyecek ana çerçeveye dönüşüyor.

Ambalaj sektöründen çimentoya, demir-çelikten hazır giyime, kimyadan lojistiğe kadar her büyük sektör kendine özgü bir dönüşüm reçetesine sahip.

Ambalaj sektöründe geri dönüştürülebilir ve yeniden kullanılabilir malzemelerin payını artırmak hem maliyetleri düşürüyor hem de ihracat pazarlarında avantaj sağlıyor.

Çimento sektörü ise karbon yakalama teknolojilerinden alternatif yakıtlara kadar geniş bir yelpazede dönüşmek zorunda. Türkiye gibi yüksek inşaat aktivitesi olan ülkelerde bu alan kritik bir eşik noktası.

Demir ve demir dışı metaller sektörüyse Türkiye’nin ihracat omurgasının en stratejik halkalarından biri. Hurda geri dönüşümünün artması, düşük karbonlu çelik üretiminin gelişmesi ve proses optimizasyonu bu sektörü küresel rekabette birkaç basamak yukarı taşıyabilir.

Türkiye’nin hurda potansiyeli yüksek ve doğru yatırımlarla hem cari açığı azaltan hem de karbon emisyonlarını düşüren büyük bir avantaj alanı yaratılabilir.

Geri dönüşüm sektörü işte tam da bu omurga üzerinde yükseliyor. Bugün yaklaşık 10 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüne sahip olan geri dönüşüm ekonomisi, aslında potansiyelinin yalnızca %30’una ulaşmış durumda.

Evet, gıda, gübre ve inşaat gibi sektörler hem çevresel sürdürülebilirlik hem de ekonomik verimlilik açısından dönüştürücü bir role sahip. Gıda sektöründe israfı azaltan zincir modelleri, enerji verimli üretim tesisleri ve sürdürülebilir kaynak yönetimi öne çıkarken, gübre sektöründe daha düşük karbon ayak izine sahip üretim teknikleri önem kazanıyor. İnşaat sektörünün ise akıllı binalar, sıfır karbonlu yapılar ve döngüsel malzeme kullanımı gibi modern standartlara uyum sağlaması artık kaçınılmaz.

Kimya, lojistik ve otomotiv…Küresel rekabetin Türkiye açısından kader belirleyen sahneleri bunlar aslında.

Kimyada düşük karbonlu üretim için yeni proses teknolojileri zorunlu hale gelirken, lojistikte emisyon azaltımı ve yenilenebilir enerjiyle çalışan depolama alanları sektörü tamamen yeniden şekillendiriyor.

Otomotive baktığımızda elektrifikasyon, yazılım tabanlı sistemler ve batarya tedarik zincirlerinin yerelleştirilmesi kritik hale gelmiş durumda.

Bu büyük dönüşümde geri kalan ülkeler ciddi pazar kaybı yaşayacakken, dönüşümü başarıyla yöneten ülkeler ihracat liginde üst sıralara yerleşecek gibi gözüküyor.

Plastik, turizm ve tekstil gibi sektörler ise hem kültürel hem ekonomik açıdan dönüşüm baskısını en çok hisseden alanlar. Plastik geri dönüşüm performansı Türkiye’nin AB ihracatının devamlılığı açısından son derece kritik bir belirleyici olacak.

Turizmde çevre duyarlı işletme modelleri ve karbon nötr tesisler artık bir tercih değil zorunluluk. Tekstil sektörü ise Avrupa’nın sıkı sürdürülebilirlik kriterlerine uyum sağlamakta yapısal nedenlerden ötürü çok yorulacak olsa da başarabilen işletmeler büyük pazar fırsatlarına sahip olacak.

Tüm bu tablo birleştiğinde ortaya çıkan sonuç çok net: Türkiye, yeşil dönüşümü yalnızca çevreci bir politika olarak değil, ekonomik varlığını korumanın temel şartı olarak ele almak zorunda.

Düşük karbonlu üretim, artık dünya ticaretinin yeni para birimi. Karbon içeriği yüksek olan ürünler daha pahalı olacak, karbon içeriği düşük olan ürünler ise piyasanın yıldızları haline gelecek.

Geleceğe baktığımızda bu dönüşümü doğru okuyan ve şimdiden adım atan firmalar sadece çevresel fayda sağlamakla kalmayacak; ekonomik değer açısından da öne çıkacak.

Bu basit bir yatırım tavsiyesi değil, küresel ekonominin yönünü gösteren gerçekçi bir tespit olarak düşünülmeli. Türkiye’de yeşil dönüşüm adımını erken atan şirketler hem ülke ekonomisinin lokomotifi olacak hem de finansal piyasalarda en kıymetli oyuncular arasına girecek.

Çünkü yeni dönemin gerçek sermayesi, düşük karbonlu üretime geçebilenlerin elinde olacak…

Yorum bırakın